steampunk heart

Başkan’a Yanlış Denmişti – 28 Şubat 1985

Başkan'a Yanlış Denmişti
28 Şubat 1985

 

Başkan’a Yanlış Denmişti

Türk dili için yalnız üç seçenek vardır: Ya Doğu’dan gelen sözcükler, ya Batı’dan gelen sözcükler, ya da kendi kök ve ekleriyle doğru, yanlış kurulmuş kendi sözcükleri yeğlenecektir. Bu üç yol dışında, çalkantılar yaratıp yeni denemelere girişmek, özellikle iyi niyetli güçlü kuruluşlara dayanıp yasaklar ortaya atmak, tutunmuş sözcükleri suçlu bir yaratık gibi yerinden söküp bir yana itmek, bilimsel bir cesaret sayılamaz.

Prof. Dr. VECİHE HATİBOGLU

Şu gençlik yılında dil sorunlarını çelişkili bir duruma düşürmek, ne gençliğe, ne ülkeye, ne de birilerince umulan çıkarlara bir yarar sağlar. Tersine, dil sorununun yeni Türkçe doğrultusundaki gidişini, yasaklarla engellemeğe çalışmak, tepkiler yaratır. Umulmadık bir ilgi toplar. Uzun yüzyıllar boyunca beklenen, aranan ve en sonunda ölümsüz Atatürk’ün bulduğu yöntemle, üstelik uğurlu elleriyle, karatahtalarda örneklerini verdiği öz Türkçe sözcüklerin ve onların dayandığı yeni çözüm biçiminin, toplum önünde, okullar, yazarlar, aydınlar düzeyinde, son bir kez daha tartışılıp pekiştirilmesinden, davadan yana, olumlu, yapıcı güçler doğar.

 

YALNIZ ÜÇ SEÇENEK…

Dil sorunları, geleceğe yön vereceği için, geçici biçimde değil de, kalıcı biçimde çözümlenir. Bir ekonomi sorunu yanlış biçimde çözümlenirse, yarı yolda olumsuz sonuçlar alınırsa hemen “Zararın neresinden dönülürse kardır” kuralına uyularak deneme bırakılır. Dilde böyle bir çözüm yoktur, sonuçlar olumlu olumsuz karşılanamaz. Türk dili için yalnız üç seçenek vardır: Ya Doğu’dan gelen sözcükler, ya Batı’dan gelen sözcükler, ya da kendi kök ve ekleriyle doğru, yanlış kurulmuş kendi sözcükleri yeğlenecektir. Bu üç yol dışında, çalkantılar yaratıp yeni denemelere girişmek, özellikle iyi niyetli, güçlü kuruluşlara dayanıp yasaklar ortaya atmak, tutunmuş sözcük1eri suçlu bir yaratık gibi yerinden söküp bir yana itmek, bilimsel bir cesaret sayılamaz. Bunlar, bu sözcükler, Türk dili tarihinde görevlerini sürdürmektedirler ve bunlarla uğraşmak tarih önünde sorumluluk yükler. O sözcüklerin birçoğu Atatürk’ün yıllarını verdiği, huzurunda kullanılan kutsal değerli sözcüklerdir; kendisi gibi sürekli yaşayan ölümsüz varlıklardır: “Başkan” gibi, “Üçgen” gibi, “Devrim” gibi. Atatürk’ün Türk diline verdiği büyük önem, Türklere verdiği büyük önemden kaynaklanır. Kendisi çok yakından biliyordu. Kesinlikle inanıyordu ki, dillerini yitiren Türkler, yabancı toplumların içinde kaybolup gitmişler, erimişlerdir. Ulu Önder Atatürk, çok genç yaşında, savaş alanlarındaki çadırlarında, Türk diliyle, Türk tarihiyle yakından ilgilenmiş, ömrü boyunca kitaplar okumuş, yabancı dillerden çeviriler yaptırmış, dilimizin, tarihimizin sorunlarını, özelliklerini, eğilimlerini geceli gündüzlü incelemiş ve en sonunda “Türk dilini yabancı diller boyunduruğundan kurtarmak” için, kurumlar, fakülteler kurmuş, kitaplar yazmış ve yazdırmıştır. Bütün bu ömür, bu emekler Türkler içindir, sizler içindir, nasıl unutulur? Şunu da ekleyeyim: Sanıldığı gibi Doğu Türk lehçelerinden hemen hemen hiç sözcük alınmamıştır.Yüce Atatürk çok kısa bir süre bir deneme yapmışsa da hemen vazgeçmiştir.

Son olaylara bakılınca, görülüyor ki bin bir zahmetle elde edilen çok değerli sonuçlar, unutulmuş, yaşanmamış sayılmıştır. Oysa, tarihimize, hiç olmazsa en yakın tarihimize bağlı kalan geçmiş olayların tazeliğini koruyarak, geleceğimizi sağlam, sarsılmaz biçimde yönlendirmek Atatürkçülüğümüzün başlıca görevidir. Geçmişin denemelerindeki olumlu sonuçları, canlı tutmanın sınırsız yararları vardır, işte Sümerbank, Etibank olayı, işte Sivas Lisesi olayı, işte Başkan sözcüğünün yazgısı.

 

SÜMERBANK, ETİBANK OLAYI

Atatürk döneminde, Büyük Millet Meclisi’nde, Sümerbank ve Etibank’ın kuruluş yasaları görüşülürken, değerli, ünlü bir profesör milletvekili, bir talihsizliğe uğradı, “Önce bu kuruluşların adı yanlış” dedi. Daha o akşam Ankara Radyosundan yaylım açılmıştı. Zamanın bütün profesörleri, dilcileri, günde birkaç kez, “Ünlü profesörün kendisinin yanıldığını, bu kuruluşların adının yanlış olmadığını” mikrofonlardan ateş püskürerek açıkladılar. Gerçekten de bu kuruluşlara adlarını veren Ulu Önder Atatürk’ün, herkesten, her dilci profesörden daha üstün bir dilci olduğunu yıllar sonra anlayabildik. Türkçede, yığınla, eksiz tamlamalardan kurulmuş adlar vardı: Çanakkale, Hasankale, Çayırova, Kumanova, Gölköy, Değirmendere gibi. Daha sonraları da Şekerbank, Pamukbank, Denizkent, Kıyıkent gibi adların ortaya çıkması, Atatürk’ün çok önce sezdiği, gözlediği eğilimin Türk dilinin aslında var oluşunu göstermiştir.

 

SİVAS LİSESİ OLAYI

 

Büyük Önder Atatürk, ülkenin, gençliğin sorunlarını yerinde görmek için, sık sık illere gider, özellikle okulları denetlerdi. Gençliğe sonsuz güveni vardı. Onların sıkıntılarına yardımcı olmalıydı. Öğrencilerin, yabancı terimlerden sıkıntı çektiklerini görüyordu. Bu çok önemli konuya bir yön vermek için, vaktiyle Sivas Kongresini topladığı binada öğretim yapan Sivas Lisesi 'ne özel amaçla gider, geometri dersi gören sınıflardan birine girer, öğretmenden bir geometri kitabı ister. O sıralar bütün okul kitapları "Zaviyeyi mütebadiletan, müselles mütesaviyül sakeyn"gibi yabancı sözcüklerle kurulmuş, zincirleme tamlamalarla doludur. Bu tür örneklerden birkaçını okutur, sonra da geometri kitabını, yanındakilerin, öğrencilerin gözleri önünde yırtıp sınıfın ortasına atar; kendisi karatahta başına geçerek, bir öğrenciye geometri çizgileri çektirir, bu çizgiler üzerinde konuları göstererek, "Bunlara zaviyeyi mütebadiletan yerine, yöndeş açılar, buna da müselles mütesaviyül sakeyn yerine eş kenarlı üçgen denir” sözleriyle görüşlerini açıklar ve böylece şapka devrimi gibi, terim devrimini ülke ölçüsünde başlatır. Ankara'ya gelince, bütün okul kitaplarındaki yabancı terimler hızla Türkçeleştirilir “mukaar aynalar” yerine “içbükey aynalar”,”muhaddep aynalar” yerine “dışbükey aynalar” denir. Böylece gençler, öğrenciler büyük bir yükten kurtulurlar. Yabancı terimlerin dışındaki anlaşılmaz kalın kabuklar kaldırılmış, içlerindeki gerekli anlamlara ulaşılmıştır. Ölümsüz Atatürk bu tür çalışmaları yakından izleyebilmek için, dilcileri, Dil Kurumu'nu, dinlenmek üzere gittiği İstanbul'a taşıtır, yanına Dolmabahçe Sarayı'na yerleştirir, bütün yaz Türk dili, Türk tarihi çalışmaları ile yorulur, ilgililere yol gösterir, örnekler verir, uzmanlarla, profesörlerle toplanıp, konuları tartışır, sağlam sonuçlara ulaşır. Şimdi de böyle zahmetlerle işlenen örneklere “üçgen, dörtgen, altıgen”e yanlış deniyor, “iç bükey, dış bükey” okur kitaplarından çıkarılmak isteniyor. Bu yanlış sanılan sözcüklerin hepsi atılacak mı, yoksa birileri kayırılacak mı?

Tutunmuş, yerleşmiş olan “okul, öğretmen, öğrenci, yönetmen, sayaç, ilginç, sınav, görev, kurul, üye, tüze, doğa, ulusal, genel, tüzel, birey, birim, toplum, kalıtım, gizem, önem, devrim, evrim, uzay, kumay, olay, yargıtay, sayıştay, danıştay” gibi sözcükler, Türk dili yapısına aykırı sayılmakla suçlanıyor.Bunlar yerlerinden çıkarılıp atılamaz, bunların yerlerine, doğru Türkçe saydıkları karşılıklar bulsalar da, bu sözcükler de kolaylıkla yerlerine yerleşemez ve bu arada açılan boşluklara yine yabancı sözcükler doluşur. Bu tür yaklaşımlar ülkeye, Türk diline hizmet mi sayılır? İşte yığınlarca Batı’dan gelen yabancı sözcük, onlara doğru karşılıklar bulunabiliyor mu, hepsi rahat rahat Türk diline yerleşmiş görünüyorlar. Aslında Türk dilinin yapısı gereğince işlenmemiştir, Üstelik pek çok aydın geçinen kişi, ana dilinin önemini kavrayamamıştır, onu korumak bilincine ulaşamamıştır. Türk dilini karalamak bir gelenek haline gelmiştir, Günün birinde TV’de bir sunucu çıkıp milyonlara, ana dilini kötüleyebilmekte, “Türk diliyle müzik yapılamaz ki” diyebilmekte, bu işin sorumluları da bu sesi duymamaktadır. Oysa, Batılıların da belirttiği gibi Türk dili, İtalyanca gibi çoksesli (çok vokalli) bir dildir. Dil duygusunda Türklerce aranan düzen, ses uygunluğu, ses güzelliği dünyaca ünlüdür. Anlam birikimi, anlam zenginliği ise deyimlerinde de olduğu gibi apaçık ortadadır. Türkçedeki deyim zenginliği hiç bir dilde yoktur. Türkçe dünyanın en eski yazılı dilidir. Türkçenin yapısı, temeli, sağlam olmasa, bu kadar etki, bu kadar yabancı dil hayranlığı, baskısı ortasında, beş bin yıl, dimdik ayakta durabilir miydi? Türkçenin çektiği sıkıntı, sözcük bulma sıkıntısıdır. Yeni yeni Türkçe sözcükler bulacak Türkçe severler bek1enmektedir. Bir zahmet, önce bulunan öz Türkçe sözcüklerden başka, özlenen, yapıya uygun, yeni yeni öz Türkçe sözcükler bulunsun.

 Eskiden beri, Türkçe’de “devlet, adalet, hürriyet” gibi yüce kavramlar yok sanılıyor. Yabancı hayranlığı bu tür sözcükleri de yaşatmamıştır. Bu tür Türkçe sözcükler, tarihimizin içinde boylu boyunca yatmaktadır. Böyle olmasa hürriyet tutkusu, tarih bilinci olmasa, gelenek, görenek olmasa, bu kavramlar bilinmese, beş bin yıldan beri, bir Türk devleti yıkılırken yeni bir Türk devleti kurulur muydu? Bilinen ya da unutturulmak istenen, Türkçe sözcükler yerine hayran olunan yabancı sözcüklerin kullanılışı o ölçüye varmıştır ki, “baba” yerine “peder”, “ev” yerine “hane”, “seçim, seçme, seçmen” yerine “intihap, müntehip” denilmiştir. Bu durumda “topaç” gibi kurulmamış diye, eskiden olduğu gibi “sayaç” yerine “muaddit” mi denecek?

 

BAŞKAN SÖZCÜGÜNÜN YAZGISI

 Ankara’da, Dil – Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Hamit Dershanesi kapılara kadar, konuklarla, öğrencilerle doludur. Atatürk döneminden sonra,1940 yılında, bugünkü gibi, kuru gürültülerle, Türkçe sözcükler üzerinde doğru, yanlış tartışmaları başlatılmıştır. Kürsüde, dilci, Türkçeci, rahmetli Besim Atalay bütün gücüyle yeni Türkçe sözcükleri savunmaktadır. Kendisi Arapça ve Farsçayı çok iyi bildiğinden, tarihte Türk dilinin uğradığı haksızlığı unutmamıştır. Dinleyiciler arasında, yine çok ünlü, değerli hocamız, kimi yeni Türkçe sözcükleri eleştirmekte, özellikle (“BAŞKAN” sözcüğü yanlış kurulmuştur, Türk dili yapısına göre, “-kan” eki “çalışkan” sözcüğünde olduğu gibi fiil tabanına, eylem gövdesine getirilir, “baş” gibi bir isme getirilemez) demektedir. Rahmetli Besim Atalay da, sözcüğü savunarak, bu örneğin Kaşgarlı’nın Divan’ında var olduğunu belirtmekte ve isyan içinde, kürsüde hüngür hüngür ağlamaktadır. Aradan yıllar geçti, “başkan” sözcüğü, Türk dilinin bilinmez kurallarına tutunarak yerleşti, kaldı. Şimdi de “ilginç” yerine “alaka, bakış, enteresan” denildiği gibi, “başkan” sözcüğü yerine de “reis, prezidan” mı denecek? Anlaşılıyor, dilci geçinen Türkçe sevmezlerden hayır yok; ey yüce kişiler, bari siz anlayış ve yakınlık gösterin Türkçemize…