steampunk heart

19 Mayıs ve Anadolu’nun Tapusu – 19 Mayıs 1984

19 Mayıs ve Anadolu'nun Tapusu
19 Mayıs 1984

Prof. Dr. VECİHE HATİBOĞLU

Sayın Prof. Dr. Afet İnan’la, bir ara, Türk Tarih Kurumu’nda karşılaştık; bana, “Mezapotamya’daki, Kas’ların Türk asıllı olduklarını açıkladın, ama Atatürk, Anadolu’nun Tapusunu arıyordu” dediler. “Bunları yazabilir miyim?” dedim. “Elbette” yanıtını aldım.

Atatürk’ün Anadolu’nun Tapusu’ nu aramaktaki “Yüce İsteği” yine yüce bir kuşkuya dayanıyordu: Batılılar, Mütareke yıllarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun yorgun durumundan yararlanarak, Anadolu topraklarını ivedilikle aralarında bölüşmüşler, “Bu topraklar aslında bizimdi. Sizler 1071 yılından beri buralardasınız” diyerek Anadolu’ya sahip çıkmışlardı. Atatürk, bu duruma çok üzülmekle birlikte içindeki acıyı kahramanca bastırarak, Haydarpaşa Garı’nda, düşman gemilerine karşı, yanındakilere “Geldikleri gibi giderler” demişti. 19 Mayıs’ın anlamına yakışan bu “Anadolu’nun Tapusu” konusunu işlemekle, Atatürk’ün buyruğunu da yerine getiriyorum. 19 Mayıs Bayramımızı candan kutlayarak giriyorum konuya.

***

Atatürk’ün yoğun çalışmaları arasında, çok önem verdiği amaçlarından birinin de, Eti’lerin (Hitit’lerin) Türk asıllı olup olmadıklarının belirlenmesiydi. Atatürk bu amaçla kitaplar okuyor, Tarih, Dil Kurultayları topluyor, Anadolu’da arkeoloji kazıları yapılmasını istiyordu. Yine bu amaçla, Ankara’da bir Fakülte kurmuş, bu Fakülteyi, özellikle, Sümeroloji, Hititoloji, Sinoloji, Hindoloji, Arkeoloji, hatta Antropoloji bölümleriyle donatarak komşu ülkelerin tarihlerinden, kaynaklarından yararlanıp, Türk Dili, Türk Tarihi üzerinde izler bulmaya, bilgiler toplamaya çalışıyordu. Yine bu amaçla, Türk Tarih, Türk Dil Kurumları’nı düzenleyebilmek için, özel masraflarından esirgediği parasını, bir bankada biriktirerek, bu kurumlara bağışlıyordu. Batılıların yaptıkları araştırmalara göre Anadolu’da, Mezopotamya’da, Batı İran’ da altı kavim, Türkçe gibi “agglutinant” denen “bitişken” özellikte bir dil kullanıyordu. Bu kavimler şunlardı:

Sümer’ler, Gud’lar, Kas’lar, Hurri’ler, Elam’lılar, Proto-Hatti ‘ler.

İsa’dan önce, (dört bin – üç bin) yıllarından başlayarak, Güney Mezopotamya’da, dünyanın ilk uygar devletini kurup, ilk yazı dili olarak kabul edilen Sümerceyi kullanan ve yine dünyanın ilk uygar topluluğu olarak bilinen Sümer’lerdir.

Atatürk, böyle bir uygarlığın sahipleri Sümer’lerin, Türk asıllı olduğunu yüce görüşü ile seziyor, ispatlanmasını istiyordu. Atatürk’ün işaret ettiği bu yüce amaç gerçekleşmiştir. Sümer’ler, Türk asıllıdır ve Sümerce Türkçedir. (Bk. Prof. Dr. V. Hatiboğlu, Türk Tarihinin Başlangıcı, Türkoloji Dergisi, Cilt VIII, DTCF, Ankara 1979). İsa’dan önce (üç bin – iki bin) yılları arasında Kuzey Mezopotamya’da yaşayan Gud’lar da Türk asıllıdır. Krallarının adları da Türkçedir. (Bk. Aynı Kaynak.)

Kas’ların, İsa’dan önce, (iki bin) yıllarından başlayarak, Mezopotamya’da, Babil’de yaşadıkları biliniyordu. Kas’lar, Babil’de Üçüncü Babil Hanedanını kurmuşlar, çoğunun adı Türkçe olan ünlü kralları, altı yüz yıl, bu yörelere egemen olmuşlardır. Kökenleri bilinmeyen Kas’ların Türk asıllı olduklarını ilk kez, 1978 yılında, 11 Mart tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlamıştım. Bu konu devlet yayınları ile de doğrulanmıştır. (Bk. Basın Yayın Genel Müdürlüğü Yayını Newspot, Ankara 15 April 1983).

Büyük bir olasılıkla Türk asıllı oldukları sanılan Proto – Hatti’ler, İsa’ dan önceki iki bin yılından çok önce, Anadolu’ya yerleşmişler, Kastamonu yörelerinde yaşayan Türk asıllı Gas’larla uyum sağlayarak şehir krallıkları kurmuşlardır.

Proto – Hatti’lerin merkezi, Boğazköy yakınlarındaki Hattuş kentiydi. Bunların bıraktıkları belgeler henüz çözülmüş değildir. Ancak Proto – Hatti’lerin durumları, dillerinin bitişken özelliği kendilerinden sonra bu bölgelere egemen olan Hitit’lerin (Eti’lerin) bıraktıkları çivi yazılı tabletlerden, anıtlardan anlaşılmaktadır.

 

HİTİT’LER (ETİ’LER)

“Hitit” adının “Hit” bölümü Batılı araştırmacılarca, Kutsal Kitap Tevrat’tan alınmıştır. “Kass-it, Hurr-it” gibi “Hitt-it / Hit-it” terimleri türetilmiştir. İsa’dan önce, iki bin yıllarından başlayarak Anadolu’ya yerleşmeye çalışan Hitit’ler, bir gece baskını ile Hattuş’taki Proto Hatti’ leri yenmişler, kenti yakıp yıkarak Anadolu’da egemenliklerini kurmuşlardır. İsrail Oğulları, Hitit’leri yakından tanımışlar, Tevrat’ta, Hitit’lerle ilgili bilgiler vermişlerdir. İsrail Oğulları, Tevrat’ın birçok yerinde, “Hat oğullarından paramızla tarla aldık ve kutsal ölülerimizi, bu tarlanın içindeki mağaralara gömdük” demişler ve Kuzey Suriye’de Hat’lar1a (Hitit’lerle) olan yakın ilgilerini belirtmişlerdir. İsrail Oğulları, Mısır’dan çıktıktan sonra kuzeye göç ederlerken, Türkleri de tanımışlardır. “Baal-Bek” yöresine egemen olan Subar oğlu (Tsuppor oğlu) Balak’tan, güneyindeki soydaşı Balam’dan, kendilerine zarar vermeden topraklarından geçmek için istekte bulunmuşlardır.

Tevrat’ta, Hitit’lerin adı birkaç biçimde geçmektedir: “Hit, Hitt, Het, Hat” gibi. Batılı araştırmacıların bunlardan “Hit” kökünü seçip “Hit-it” terimini türetmeleri olaylara uygun düşmemiştir. Oysa, Hitit’ler, kendilerine ve krallarına verdikleri adlarda hep “Hat” kökünü kullanmışlardır , başkentleri Hattuşaş, Kralları I., II., III., Hattuşil gibi. Aslında, doğruya en yakın sözcük kökü Had’dır ve Haz’dır.

Eski çağlarda, yazım (imla) birliği, dil, Lehçe birliği olmadığından, çeşitli etkenlerle göç eden Türk’lerin dilleri de olabildiğince lehçe farklarına uğradığı gibi, komşularının dillerinin de etkilerinde kalıyorlardı. Özellikle Sami dillerinin etkisi, Türk kavimlerinin Türkçe adlarında da, ünsüz bakımından değişiklik yapmıştır: “Guz” yerine “Guzz, Guzzan”, “Huz” yerine “Huzz, Huzzi”, “Kas, Gas” yerine “Kass, Kaşşu; “Gass, Gaşşu” gibi.

Bu tür çift ünsüzle Yazma geleneğinden başka, Türk lehçelerinin önlenemez ses ayrışımları ve eğilimlerini de dikkate alırsak, göç çağlarına ve göç bölgelerine göre, bir tek “Gud” kökünden en az otuz tür kavim adının çıktığını görürüz. Bu ses eğilimlerini şöyle özetleyebiliriz:

1-) Gud / Guz değişimi: Guti’ler, Gutti’ler, Guz’lar, Gas’lar ve eski çoğul ekleriyle, Guz-ar’lar, Guz-aa’lar, Guz-an’lar.

2-) Gut / Kut değişimi: Kuz’lar, Kuti’ler,Kuslar, Kos’lar, Kas’lar ve çoğul ekiyle Kas-ar’lar, Kud-aa’lar.

3-) Gud / Huz, Had önses değişimi: Huz’lar, Had’lar, Hat’lar, Hatti’ler vb. “G-/K-,H-” önses değişimi ile ortaya çıkan kavim adlarının önemli bir bölümü de çoğul biçimleriyle kullanılmıştır: Kud-aa’ lar, Guz-an-a’lar, Kaz-ar’lar, Haz-ar’lar, Haz-er’ ler , Haz-er-ı’ler, Az-er-i’ler, Haz-ar-a’lar, Hez-ar-a’lar, Havazin’ler, Ahraz gibi.

 

Türk dilindeki bu tür ses değişmeleriyle ortaya çıkan “Hatti” sözcüğünden, “Hattuşaş” kent adı türetildiği gibi,  “İd – il = Volga” örneğinde olduğu gibi, Hattuşil ( hatt-uş-il) Kral adı da türetilmişti.

***

 

 

Türk Devletlerinde önemli bir gelenek de kralların, Türkçe adları yeğlemeleridir. Hitit’ler de kral adlarında Kas’larda olduğu gibi, Türkçe adlar kullanmaya çalışmışlardır. Bunlardan biri, Hitit Kralı Hantili’nin adıdır. Kas Kralı, Kaştiliyaş’ın (Kastili) adında görüldüğü gibi, Hitit kralının adı da Hantili’dir. Oğuzlarda da Beg-til-i örneği vardır. Daha önemlisi Hitit devletini güçlendiren, sınırlarını genişleten Hitit Kralı Şubluluiuma’nın adının da Türkçe oluşudur. Bu; güçlü kralın adının güç anlaşılan anlamının ve biçiminin açıklanması ne yazık ki, bugünlere kalmıştır. Şubluluiuma adı şu biçimde açıklanır: (Şub-lu-lu-i-ma) adının anlamı da “Şub-lu-lu = Su-lu-lu” demektir. Bu tür adlar ancak Türk dilinde kurulabilir. Çorlulu, (Çor- lu – lu), Alpullulu (Alpul-lu-lu) ve Erdemlili (Erdem-li-li) gibi. Nitekim, Batılılarca açıklanan Khorsabad Kral Listeleri’nde de, pek çok kralın adı “li” ekiyle kurulmuştur: Til = li, Zuab-lu = Zaplı, Adad Salulu, gibi. Ayrıca “Sulili = Su-li-li” kral adı da vardır ki, “Şubluluiuma” ile aynı kuruluşta, aynı anlamdadır.

Bütün bu Türkçe adlardan başka Hitit’lerin Türk asıllı olduklarının en büyük kanıtı da kendi sözleri, kendi savlarıdır. Hititler bıraktıkları çivi yazılı tabletlerde kendileri için, ısrarla, övünçle, “Biz Kuşşaralı ‘yız” demektedirler, “Biz Kuşşaralı adamın soyundan geliyoruz” diye bir kaç kez yinelemişlerdir ve ısrarla övünmüşlerdir. Batılı araştırmacılar bu “Kuşşara” sözünü bir kent adı sanmışlar, Anadolu’da ve yörelerinde “Kuşşara” kentini aramışlar, bulamamışlardır, oysa “Kuşşara” adı, bir kavim, bir boy adıdır. Böyle bir ad, bir kente, bir bölgeye de verilebilir. Ancak, o çağlarda, “Böyle bir kentte oturma” kavramından övünmek için yeterli bir kavram çıkarılamaz. Üstelik Türk kavimlerinde “Boy boylamak, soy soylamak” geleneği vardı. Nitekim, Kas’lar da, “Biz Guz’larız = (Oğuz’larız) demekte, soylarını, eski çoğul ekiyle “Guz – ar – ar” diye belirtmektedirler ve Sümer’lerin, Hitit’lerin de akrabaları olduklarını açıklamaktadırlar. Bu bakımlardan Hitit’lerin kullandığı “Kuşşara” adı çok önemlidir, Hitit soyunun aslını, kökenini göstermektedir. Kuşşara adı üstelik çoğul biçimdedir, şöyle açıklanır: “Kuşş – ar – a”. Bu duruma göre “Kuşşara” denen kavimin adından, çoğul ekleri çıkarılınca, geriye kalan “Kuş” kökü, kavmin esas adıdır.

 

KUŞ KAVMİ

 

Hitit’lerin aslı olan “Kuşşara” sözcüğündeki” Kuş” kavmi, tarihte oldukça iyi bilinmektedir. Kuş kavminden, ilk kez, Tevrat bahsetmişti ve yerlerini gerçeğe çok yakın biçimde göstermişti.

Kutsal Kitap Tevrat’ın başlarında, dünyanın coğrafyası anlatılırken (“Giyhun = Ceyhun” ırmağı kıyılarında Kuş kavmi yaşar) denilmiştir. Tarih kaynaklarından da öğrendiğimize göre, Kuş kavmi, Yemen’den Sudan’a geçmiş, Nil vadisinin ortalarına kadar ilerlemiş, oralardan da Afrika’nın kuzey ülkelerine doğru yayılmıştır. Kaynaklarda “Kuşî” denen bir dil adı da vardır. Kuşî için şöyle denir: “Sami, Hami kökenli olmayan bir dil.”

Adıyaman’daki, yakılmış, yıkılmış olmasına karşın pek çok anıtı kalmış olan ünlü Nemrut için de kaynaklarda “Kuş oğlu Nemrut” denilmektedir.

“Kuş” kavim adının aslı “Kus”tur. Nasıl “Kas, Gas” kavim adları, “Kaş, Kaşşu; Gaş, Gaşşu” olmuşlarsa, “Kus’ kavim adı da “Kuş” olmuş, çoğul ekleri “-ar ,-a” ile, sözcük “Kuşş-ar-a, Kuş-ar-a” biçimlerini almıştır. Anadolu’daki Kuşşara ya da Kuş kavminin dili çok önemlidir.

Batılılarca yapılan araştırmalarda, asılları “Kuşşaralı” sözüne bağlanan Hitit’lerin dili, Hint-Avrupa dillerinin bir kolu olan “Centrum” dillerinden biridir, ancak Batılılar, kesin olarak bu dillerden hangisi olduğunu belirtememişlerdir. Hitit ‘lerin dili Hint-Avrupa dili idi ama  “Centum” dillerinden sayılan ne eski İtalyanca idi, ne eski Cermence, ne eski Yunanca, ne de Sanskritçe idi. Hititlerin dili yine Hint-Avrupa dillerinden biri olan Farsça idi.

O çağlarda Anadolu’da, birbirlerine yabancı olan, en az iki dilin konuşulduğu, bütün belgelerden, bütün tutumlardan anlaşılmaktadır. Bu iki dilden biri, Hitit’lerin kullandığı Farsça, öteki de yerli halkın ( = Proto-Hatti’lerin) kullandığı Türkçe idi. Hitit’lerin kullandığı Farsçada, büyük ölçüde Sümerce sözcükler olduğu gibi, az ölçüde Akaddca, Hintçe, sözcükler de bulunmaktadır ve bunlar günümüze kadar Anadolu’da yaşamışlardır. Bu sözcüklerden bazıları şunlardır: ais = ağız; kimin = gibi. Kaslak = Kışlak “anbar”; annas-ana; attas-ata, baba” gibi. Sümerce – Türkçe olarak, id = ırmak, nehir; ka = kapı; ir = er, irkek, erkek vb. Ayrıca, Hitit dilinin Türkçe ile araştırmacılarca uzak, yakın bir ilişkisi kurulamadığından “keldi” gibi bir sözcüğe anlam verilememiştir, oysa sözcüğün anlamı “geldi” olabilir.

Türk’lerin Farsçayı kullanma geleneği yalnız Hitit’lerde görülmez. Hitit’lerin aslı “Kuşşara”lar Farsça kullandığı gibi, Hazar’lar “Hazerler” , Büyük Selçuklu’lar, Anadolu Selçuklu ‘ları, Elam, Kuzistan halkı da Farsça kullanmışlar, kullanmağa da devam etmektedirler.

Asıl Kuşşara’ ların dip ataları olan Hazaristan halkı Hazaralar (Hazar-a’lar), bütün komşularının, özellikle araştırmacıların belirttiği Türk asıllarını bile bile Farsça konuşmaktadırlar. Ayrıca Kuzey Hindistan, Doğu İran ve Hindiguş dağları eteklerinde yaşayan Kuşşan’lar (Kuşş-an’lar), Kuşşana’lar (Kuşş-an-a’lar) da Türk asıllıdır ve Farsça konuşurlar. Bunların ünlü krallarının adının Kanişka oluşu Kayseri’nin Hitit’ler zamanındaki eski adı Kaniş’le benzerliği bir rastlantı değildir.

Hitit’lerin kullandığı dilin Farsça olduğunu ileri sürerken, kaynaklardaki en eski Farsça’nın en eski örneklerinin İsa’dan önce 6. yüzyılda yaşamış olan Akamaniş’lere ait olduğunu belirtmek gerekir.

Nasıl, Orhun Yazıtları Türkçesi ile Kas Türkçesi arasında 20-25 yüzyıllık bir boşluk varsa, Akamaniş Farsçası ile Hitit Farsçası arasında da on beş yüzyıllık bir boşluk vardır. Bu büyük boşlukların bir bölümünü, elde edilebilecek belgeler doldursa da, önemli bir bölümü açıkta kalacaktır, üzerinde incelemeler yapabilecek uzmanlar, bu büyük boşlukları kapatabileceklerdir.

Atatürk’ün yüce sezgisi doğrultusunda, Anadolu’nun Eski Tapusu işte bulunmuştur. Bu duruma göre tapunun özellikleri şöyledir: 1) Hitit’ler, aslında Kuşşara kavmidir, bu kavim de Türk asıllıdır. 2) Hitit’ler Anadolu’ya, Hint-İran-Hindiguş yörelerinden gelmişlerdir. Aynı yörelerde bugün, Kuşşana’lar, Hazara’lar oturmaktadır. 3) Hitit’ler, pek çok Türk asıllı kavimler gibi Farsça konuşup, Farsça yazmışlardır. Hitit’lere oldukça ters düşen yerli halk, Proto-Hatti’ler büyük olasılıkla, Türk dili kullanıyorlardı.

 

***

Anadolu’nun Tapusu, aranmalıydı, bulunmalıydı. Atatürk Türklüğe o kadar inanmıştı ki, mutlaka böyle bir belge, böyle bir kanıt vardı. O’na göre Eski Tapu bulunmalıydı, Anadolu’ da Eski Uygarlık sahipleri, Türk olarak var olmalıydı. İşte böyle bir inançla bilimsel araştırmalara koyulunca Eski Anadolu Tapusu bulundu. Böylece, özellikle Anadolu’nun, eski çağlardan günümüze uzanan başlıca sorunları çözülmüş bulunuyor.

Görülüyor ki, koskoca İlkçağ tarihini, baştanbaşa Türk’lerin etkileri, varlıkları doldurmaktadır. Bu etki, bu varlık Sümer’lerden başlayıp, son Hitit bireyine kadar sürmektedir. Bu bakımlardan, araştırmalar ışığında, gerekli katkılar yapılarak, başta Türk Tarihi olmak üzere, İran Tarihi, Arap tarihleri yeniden gözden geçirilmelidir.

Anıtkabir Giriş Yolu’nu bekleyen Hitit Aslanları’nın aslında Türk Aslanları olduğunu bilmek, sonsuz yaşamında, Atatürk’ e erinç ve rahmet yağdırır, bizlere de böyle görkemli bir geçmişe dayalı, aydınlık gelecek sağlar. 19 Mayıs’la kurtuluşumuzu, ulusal bütünlük ve varlığımızı sağlayan Atatürk’e şükranlar sunarız.