steampunk heart

Bir Yazarlık Kıyımı – 26 Nisan 1986

Bir Yazarlık Kıyımı
26 Nisan 1986

Yeni Türk Dil Kurumu’nun İmla Kılavuzu, yayımından sonra, üç ay içinde, dört bir yandan gelen eleştirilerle delik deşik edilmiş, herkesi ilgilendiren yazım gibi bir konuda gelişigüzel yayımlar yapılamayacağı bir kez daha anlaşılmıştır. Türk bilim dünyasının sanıldığı gibi sağır, dilsiz, kalemsiz olmadığı, suskun kalmadığı da görülmüştür.

Prof. Dr. VECİHE HATİBOĞLU

Başkasının arsasında ev yapar gibi, başkasının kırk yıllık emeğinin ürünü olan bir kitaptaki bütün doğruları, gerçekleri çarpıtarak, yadsıyarak, üstelik kitabın tek bir yanlışını göstermeden, yuvarlak sözlerle, “tutarsızlıkla” suçlayıp, karalamak, yazarının adını bile anmaya gerek duymadan, yıllarca beğenilmiş kitabın yozlaştırılmış bir nüshasını, yeni yazılmış bir kitap gibi, bilim, eğitim, yayım dünyasına sunmak, meslektaşlıktan beklenmeyen bir “kondu türü” yazarlık örneği olabilir.

1985 yılı sonunda, Yeni Türk Dil Kurumu’nca yayımlanan, Prof. Dr. Hasan Eren’in benimsediği İmla Kılavuzu’nun, böyle bir tutuma benzetilmesi yersiz değildir. (Bkz. İmla Kılavuzu. Hazırlayan: Prof. Dr. Hasan Eren, Türk Dil Kurumu Yayınları No: 525).

Doğruların dışında doğru olamayacağı için, “inkârcı” bir alışkanlıkla yola çıkanlar, yanlışlara düşmekten kendilerini kurtaramazlar. Eski T. Dil Kurumu’nun, Yeni İmla Kılavuzu, 1965 yılından 1985 yılına değin, hiçbir eleştiri almadan, Milli Eğitim Bakanlığı’nca da kabul edilerek; istikrarla, aralıksız, yirmi yıl kullanılmış; milyonlarca satılmış, Türk Dil Kurumu’na da etkinlik kazandırmıştır.

Yeni Yazım (İmla) Kılavuzu, temelde 1963 yılında yayımladığım Türk dilinin çok önemli konuları üzerindeki araştırmalarıma dayanıyordu. (Bkz. Vecihe Hatiboğlu, Kelime Grupları ve Kuralları, Tük Dili Araştırmaları Yıllığı. 1963, s. 203-244).

Bu araştırmamda, “Birleşik Kelimeler ve Kurallarını, Terimler, Deyimler, Atasözleri ve Kurallarını” örnekleriyle incelemiştim. Şimdi de birleşik sözcükler için şöyle denilmektedir: “Dilimizde birleşik kelime değeri kazanmamış birçok kelime birleştirmesi vardır.” (Bkz. 1985 İmla Kılavuzu, Sayfa: 17). Bu görüş, bu yadsıma, ayrıntıları ile açıklanacağı gibi, büyük ölçüde, Türk dilinin gelişmesini önlemek, zenginleşmesini engellemek, yabancı sözcüklere, kapıları ardına kadar açmak demektir. Kılavuz kitap olarak ortaya sürülen yapıtın, çok tutarlı, çelişmeyen, sağlam bilgi ve kurallarla donatılması, örnek bir kitap olması gerekir.

Yeni Türk Dil Kurumu’nun İmla Kılavuzu, yayımından sonra, üç ay içinde, dört bir yandan gelen eleştirilerle delik deşik edilmiş, herkesi ilgilendiren yazım gibi bir konuda gelişigüzel yayımlar yapılamayacağı bir kez daha anlaşılmıştır. Türk bilim dünyasının sanıldığı gibi sağır, dilsiz, kalemsiz olmadığı, suskun kalmadığı da görülmüştür. Bu tür eleştiriler arasında Osmanlıca, Türkçe bilgini olarak tanınmış bulunan Sayın Ömer Asım Aksoy’un bu sütunlarda çıkan çok değerli, ayrıntılı eleştirileri dikkatle incelenmelidir. (Bkz. Ömer Asım Aksoy, Dağdan Bir Aslan Doğurması Beklenirdi; Cumhuriyet Gazetesi, 4, 6, 12, 16, Mart tarihli sayıları).

Görülüyor ki, 1965’teki Yeni Yazım Kılavuzu’nun öncülüğünde vaktiyle sessizce sağlanan yazım birliği, 1985 İmla Kılavuzu ile çalkantılara sürüklenerek kargaşalara yol açılmış, özellikle Türk dilinin önemli bir gelişme aracı olan birleşik sözcük yaratma yöntemine yıkıcı bir darbe vurulmuş, yerleşmiş olan birleşik sözcükler de parçalanmış, “imlada gelenek, istikrar” diye diye Türk dilinin yazım düzeni, hiç için sallantıya alınmış, sözlükler, okul kitapları battal olmuş, yazanlara masraf kapıları açılmış ve yazımımız yazboz tahtasına dönüşmüştür. Şimdi artık herkes bu kargaşada istediği gibi keyfince yazmakta, bu sorun da böylece oluruna bırakılmış bulunmaktadır.

BİRLEŞİK SÖZCÜKLER SORUNU

1985 İmla Kılavuzu, birleşik sözcükler konusunda ön yargılıdır. Bir iki birleşik sözcük dışında, bütün birleşik sözcükleri parçalayacak, parçalarını da sözlüklerden çıkarmış olacak, elinizdeki sözlüklerde bulunan birleşik sözcük maddeleri de atılacaktır. 1985 İmla Kılavuzu’nun, “Birleşik kelime değeri kazanmamış birçok kelime birleştirmesi vardır” sözü, çok tehlikeli, sonuçları hesap edilememiş bir sözdür. Böyle bir düşünceyle, Türk dili yapısına aykırı bir kararla, yola çıkınca, sayısız tutarsızlıklar sergilenmiştir, çelişkilerin arkası kesilmemiştir, basılı kaynaklarda bu durumun ürünleri de zamanla sürüp gidecektir.

1985 Kılavuzu, “akciğer, karaciğer, incebağırsak, kalınbağırsak, körbağırsak” gibi birleşik sözcüklerin, parçalanmasını, iki ayrı sözcük olarak yazılmasını önermektedir. Halkın ince

bir buluşla yarattığı” körbağırsak” birleşik sözcüğündeki “kör” sözcüğü gerçekten, bağırsağın kör olduğu anlamında yorumlanmış, kılavuzda “kör bağırsak” biçiminde ayrı ayrı yazılması gerektiği gösterilmiştir. (Bkz. 1985 İmla Kılavuzu, sayfa: 161). Akciğer birleşik sözcüğündeki kalıplaşma da dikkatlerden kaçmış, bu ciğere “ak” yerine “beyaz” getirilemeyeceği, “beyaz ciğer” gibi “ak ciğer” biçiminde ayrı ayrı yazılamayacağı, kalıplaşmanın zorla da olsa, bozulamayacağı düşünülmemiştir. Nitekim “Akdeniz” yerine de “Beyaz deniz” denilemez, yazılamaz. “Karaciğer, incebağırsak, kalınbağırsak” terimlerinde de çeşitli nedenlerle kalıplaşma vardır, ayrı ayrı yazılamaz. Aslında yeni harflerin alınmasında bu tür birleşik sözcüklerin sağlayacağı yararlar da dikkate alınmıştır. Şimdi bu büyük yararlardan vazgeçilmektedir. Latin kökenli alfabe kullanan uluslar, birleşik sözcüklerle dillerini zenginleştirmişlerdir. Almancada olduğu gibi, İngilizcede de küçük ara çizgileri ile birleşik sözcük yapma evresi uygulanmaktadır. Osmanlıcada ise, birleşik sözcük kurma olanağı hemen hemen yok gibiydi. Oysa Türk dilindeki birleşik sözcükler kırk yüzyıl öncesinden beri vardı. Kas kral adlarından, Karahardaş = Karakardaş; Karaindaş (Kara İn Mağarasından gelen); Ulambörüiaş = Kurdoğlu; Kastilliaş = Kasdilli gibi.1985 İmla Kılavuzu’nda yukarıda açıklanan bir yargı ile “Türkçede birleşik sözcük yok gibi” denilmektedir.

1985 kılavuzundaki, toplum içinde kullanılan yaygın birleşik sözcüklerden birkaç çarpıcı örnek vermekte yarar vardır: “İlkokul” birleşiği ayrı ayrı “ilk okul” biçiminde yazılacak, ancak “ilkbahar” sözcüğü bitişik kalacaktır. Böylece Türk dili, şöyle bir tümce kurma yeteneğinden de yoksun bırakılacaktır: “Bu mahallede yapılan ilk okul, bir sanat okuludur” gibi. Kaldı ki, ortaokul, yüksekokul, ilköğretim, ortaöğretim gibi birleşik sözcüklerin de ayrılması istenmektedir. Bunlar gibi “soyadı, soykırımı, içgüveyi, anneanne, babaanne, işbirlikçi, işadamı, içişleri, dışişleri, içyağı, tereyağı, karnıyarık, karnıbahar, karnıkara” gibi sözcükler de parçalarına ayrılmıştır. Bütün bu tür birleşik sözcüklerin, bitişik yazılmaları için ayrı ayrı belirli nedenleri vardır. “Karnıyarık” Sözcüğündeki “karın” sözcüğü gerçekten patlıcanın karnı sanılmıştır. Oysa bu da bir toplum benzetmesi, toplum buluşudur. Patlıcanın ortasını “karın” gibi düşünmüşler, öyle adlandırmışlardır. Aynı biçimde kabağın da karnı yarılarak içi doldurulur, buna karnıyarık denemez. Ne ise bu kargaşadan “imambayıldı” kendini kurtarmış, bitişik yazılmıştır. Ancak  “şişkebabı, şişköfte” de ayrı ayrı yazılacaktır. Yaygın biçimde çok kolay kullanılan “altyapı” birleşik sözcüğü de bu tırpandan kurtulamamıştır. Oysa altyapı sözcüğü, yalnızca “yapı altı” anlamını vermez, kentler için de “altyapı” birleşik sözcüğü kolaylıkla kullanılmakta, bir kentin “kanalizasyon ve benzeri tesislerinin tümünü” anlatmaktadır. Bunca kapsamlı birleşik sözcük kolay kolay kurulamaz, parçalanıp, ayrı yazılması da bir yarar sağlamaz; sözcüğün böylece ayrılması, kullanımdan düşmesi, yerine yabancı bir terimin yerleşmesi demektir.

1985 İmla Kılavuzu’nun birleşik sözcükleri ayırma tutkusundan “ev” sözcüğü ile kurulan birleşik sözcükler de nasibini almıştır. Bundan böyle “doğumevi, dikimevi, yayınevi” gibi birleşik sözcükler de ayrı ayrı yazılacak. Oysa bunlardaki “ev” sözcüğü de bilinen “ev” anlamında kullanılmamıştır, burada da bir benzetme bir kalıplaşma vardır: “Doğumevi” ya da “dikimevi, yayınevi” kimsenin “evi” değildir. Bu tutuma göre “gözaltı” hukuk terimi de “göz altı” biçiminde ayrı yazılacaktır ve Türkçe, “göz altı morlukları” gibi bir anlatımdan da böylece yoksun bırakılmış olacaktır. Aslında terimlerin büyük çoğunluğu birleşik sözcük biçimindedir, bu tutumla hepsi sözlüklerin madde başlarından inecekler, darmadağın olacaklar, kullanılmaz duruma geleceklerdir. Şunu belirtelim: Bilindiği gibi, Türk dilinin ve bütün dillerin gelişmesi için başlıca iki yöntem vardır: Biri terkip denen sözcükleri birleştirme yöntemi, öteki de teşkil denen, köklerle eklerin birleştirilmesiyle sözcükler türetme yöntemidir. Yukarıda görüldüğü gibi Türkçe için bu iki yöntem de işleyemez duruma getirildiğine göre, Türkçe gelişemeyecek, zenginleşemeyecek, yabancı sözcükler olabildiğince Türkçeye doluşacaklar; bunlar arasında, Türkçe çok kez olduğu gibi sıkışıp kalacaktır. Bu tür olaylar, yüzyıllar boyu Türk devletlerinde yaşanmıştır. Kas Türkçesi, Akadcanın baskısı ile ezilmiş, Türkçe de Kaslar da yitip gitmiştir. Aynı çağlarda Türkçe konuşmayıp eski Farsçayı, Hintçeyi konuşan, yazan Kus (Kuş) Türk kavmi de yok olmuştur. Yine Farsça konuşan, yazan, Sürye, Anadolu Selçukluları da yıkılmaktan kurtulamamışlardır.

YAYGIN YENİ TERİMLER DEĞİŞİYOR

Terimlerin önemli bir bölümü birleşik sözcük biçiminde kurulmuştur. Bunların da çoğunun parçalanması amaçlanmaktadır. Terimler, yabancı dillerden alınacak, Osmanlıların tıp, matematik, kimya terimlerinde yaptığı biçimde olduğu gibi kullanılacaktır. Osmanlıların da bu emekleri yok olmuştur. Bugün; Arapça “müvellidülhumuza” yerine, Fransızca “oksijen”, “müvellidülma” yerine “hidrojen” denilmektedir. Doğudan, Batıdan gelen bu yabancı terimler de birleşik sözcük biçiminde kurulmuştur. Ayrıca bu kılavuzda, terimlerde de bin yıl öncesine gidildiği görülmektedir. “İşlem, gözlem” gibi Türk dili kurallarına uygun olarak kurulmuş bulunan “eylem” dilbilgisi terimi bırakılmış, “fiil” terimi alınmıştır. (Bkz. 1985 İmla Kılavuzu, s.: 11) Bu duruma göre Türkçe “özne” terimi yerine “fail”, “tümleç” yerine “meful” denecek ve böylece de 1969 ve 1972 yıllarında eski Türk Dil Kurumu’nca yayımlanmış olan Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü de yeni bir kondu yazarlığa kurban gitmiş olacaktır. Kitaptaki Türkçe madde başları, açıklamalarda gösterilen, Osmanlıca sözcüklerle yer değiştirecek; Osmanlıca, madde başı olacak, Türkçe sözcükler de madde içlerine alınacak ya da hiç alınmayacak, atılacak, hazır, sağlam tanımlar bir iki sözcükle değiştirilecektir. Böyle bir kondu yazarlığa, yataklık değilse de yastıklık edecek, destek olacak bir kuruluş elbet bulunacak; herhangi bir kondu yazar da bu işi sahiplenecek ve yeni “Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü” yayımlanıverecektir. Sonra da, özgün bilim yapacak gençlere örnek diye bunlar gösterilecek! Düzeltme imi (işareti) sorunu ile Atatürk’ün çok önem verdiği sayılar (rakamlar) konusuna, yazım’a gösterdiği özene bir başka yazımda değineceğim.